Sağlık Personeline Karşı Şiddet ve Tıbbi Kötü Uygulama Davaları Hakkındaki Kanun Taslağı ve Görüşlerimiz

 

 

Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığının ortak çalışmasıyla sağlık personeline yönelik şiddet ve malpraktis davalarıyla ilgili yasal düzenlemeler konusunda bir taslak hazırlanmıştır.

 Bu taslakta ;

1-Kamu veya özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan sağlık personeline karşı işlenen kasten yaralama suçların da katalog suçlar arasına alınması,

2-Taslak metinde malpraktis davalarıyla ilgili de düzenlemeye de yer verilmiş, buna göre, davaların devlete karşı açılması ve verilen tazminatın devlet tarafından ödenmesi ayrıca ödenen tazminatın rücusu için ise Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak olan Mesleki Sorumluluk Kurulu’na yetki verilmesi ile Kurul’un yapacağı değerlendirme sonucunda tazminatın sağlık personeli tarafından ödenip ödenmeyeceğine ve ödenecek miktara karar verileceği hususları,

3-Taslakta hem kamuda hem de özelde görev yapan sağlık personeli hakkında yaptıkları tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle soruşturma veya kovuşturma yapılabilmesi Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Mesleki Sorumluluk Kurulunun iznine bağlanması şeklinde başlıklara yer verilmiştir.

Taslağı tam metni ve ayrıntılarının bilinmesi ile tam bir görüş sunulması mümkün olabilecektir, ancak şiddet ve sağlık uygulamalarından doğan sorumluluk önemli öncelikli konulardır.

              Kamuoyunda sağlıkta şiddet yasası, düzenlemesi olarak bilinen değişik düzenlemeler yapılmıştır. En son 17 Nisan 2020 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7243 sayılı kanunun 28. Maddesiyle 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun ek 12’nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir:

Kamu veya özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan sağlık personeli ile yardımcı sağlık personeline karşı görevleri sebebiyle işlenen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer alan kasten yaralama (madde 86), tehdit (madde 106), hakaret (madde 125) ve görevi yaptırmamak için direnme (madde 265) suçlarında;

  1. a) İlgili maddelere göre tayin edilecek cezalar yarı oranında artırılır.
  2. b) Türk Ceza Kanunu’nun 51 inci maddesinde düzenlenen hapis cezasının ertelenmesi hükümleri uygulanmaz.”

Böylece, sağlık çalışanına yönelik şiddet suçları ağırlaştırılmış olup kamu ve özel sağlık kurum ile kuruluşlarında görev yapan sağlık personeliyle yardımcı sağlık personeline karşı, görevleri sebebiyle işlenen, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan ‘kasten yaralama’, ‘tehdit’, ‘hakaret’ ve ‘görevi yaptırmamak için direnme’ suçlarında, ilgili kanunlara göre tayin edilecek cezalar yarı oranında artırılacak. Söz konusu suçlarda, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan hapis cezasının ertelenmesi hükümleri uygulanmayacaktır. Cezaların ağırlaştırılmasının sağlıkta şiddeti önlemesi/azaltması yönünde caydırıcı olması beklenmektedir. Ancak bunun tek başına önleyici olmadığı artan şiddet olaylarından görülmüştür.

           Bu kez yeni bir tasarıda sağlık personeline yönelik kasten yaralama suçlarının katalog suçlar kapsamına alınması değerlendirilmiştir. Katalog suçları en genel  şu şekilde belirtmek mümkündür: Katalog suçlar 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda bazı koruma tedbirlerini uygulanabileceği sınırlı sayıdaki suç listesini ifade etmektedir:

Kasten Öldürme, Göçmen Kaçakçılığı, İnsanlığa Karşı Suçlar ve Örgütlü İşlenmesi, Çocukların Cinsel İstismarı, Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Kullanılmasını Kolaylaştırma, Düşmanla İşbirliği Yapmak,Devlet Güvenliğine veya Anayasal Düzene Karşı Suçları İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma suçları bu listede yer almaktadır.

 Özellikle tutuklama nedenleri için katalog suçlar büyük önem taşır. Tutuklama önemli bir koruma tedbiridir. Hakimin bu kararı verebilmesi için olayda somut nedenlerin, tutuklama sebeplerinin varlığı gerekir.

  • Şüpheli – sanık için somut kaçma tehlikesi varsa
  • Şüpheli – sanık için delilleri karartma tehlikesi varsa

ölçülülük ilkesi çerçevesinde hakim tutuklama kararı verilebilir. Bir suç katalog suçlar arasındaysa aksi ispat edilene kadar tutuklama nedeni var olarak kabul edilir. Katalog suçlar söz konusu olduğu zaman tutuklama nedeninin olmadığını ispatlama yükümü şüpheli – sanık üzerinde olur. Buradaki önemli nokta bir kişi katalog suç işlemiş olmasına rağmen belirttiğim gibi tutuklama sebebi olmadığının ispatı halinde tutuklanmayabilir.

Burada belirtmek istediğimiz önemli nokta şudur, şiddet, sağlıkta şiddet günümüzde, çok yönlü ve önemli bir sistem sorunudur. Kanımızca, şiddetin önlenmesi esasen şiddetin tespiti ve cezalandırılmasından daha öncelikli olmalıdır. Şiddeti doğuran sebeplerin ortadan kaldırılması/azaltılması, sorunun kaynağının belirlenmesiyle mümkün olabilecektir. Bu sebeple de cezanın artırılması, katalog suç olması caydırıcılık yönünde etkili olabilir ancak şiddet sorununun çözümü için tek başına yeterli olmayacağı düşüncesindeyiz.

Tasarı da ayrıca sağlık çalışanlarının tıbbi kötü uygulama  sebebiyle açılacak davaların bakanlık aleyhine açılması, rücu esasları ve Mesleki Sorumluluk Kurulu oluşturulması hususunda şunları söylemem mümkündür. Mevcut durumda kamuda çalışan sağlık çalışanları ile özel sağlık hizmeti sunucuları nezdinde çalışanlar arasında mevzuat, uygulama esasları, davaların türleri farklıdır. Aynı olayın kamuda olması ile özel hastanede olmasının hukuksal sonuçları farklıdır.

 Kamu hastanesinde çalışan bir sağlık çalışanın hatalı uygulaması sonucunda meydana gelen zararların tazminini talep etmek için devlet veya ilgili Kamu Tüzel Kişisi aleyhine İdare Hukuku hükümleri nezdinde dava açılması gerekmektedir. Kamuda ve Üniversitede çalışan hekimler hakkında doğrudan tazminat davası açılamayacağı TC. Anayasası 40/III, 129/V ve 657 Sayılı kanunun 13. maddesinde emredici olarak düzenlenmiştir.  Önce kurum davalıdır, dava sonunda kurumun ödediği tutar kusuru oranında kamu çalışanına kurum rücu eder. Kamu personeli yönünden Anayasa’dan kaynaklı bir kalkan mevcuttur. Tıbbı kötü uygulama nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davaları, idari yargının görev alanına girmekte ve idare mahkemelerinde görülmektedir. Kamuda çalışan doktorlar aleyhine doğrudan dava açılamamaktadır.

Özel hastanede ya da muayenehanede çalışan bir sağlık çalışanı için ise doğrudan çalışana dava açılır(şimdi önce zorunlu arabuluculuk müracaatı yapılması gereklidir).Özelde çalışanlar aleyhine tıbbi kötü uygulama nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davaları adli yargının görev alanına girmektedir. Doğrudan sağlık çalışanı aleyhine dava açılabilmektedir.   Davanın kaybedilmesi ve kararın kesinleşmesi halinde, mahkemece hükmedilen tazminatın da doğrudan muhatabı aleyhe hükmedilen miktar nispetince sağlık çalışanı olmaktadır

 Tasarıda belirtilen Mesleki Sorumluluk Kurulunun amaç ve içeriğinin bilinmesiyle daha fazla bilgi ile  bu konuda bir yorum yapmak doğru olacaktır. Ancak kanımızca, kamu özel ayrımını bu konuda kaldırmak ve sağlık çalışanına doğrudan dava açılmaması, hastanın uğradığı zararı devletin karşılaması düşüncesi olumlu ve Anayasanın sosyal devlet ilkesiyle uyumlu olacağı düşüncesindeyiz.

Yine, kamuda çalışan sağlık çalışanları ile özel sağlık hizmeti sunucuları nezdinde çalışanlar arasında  mesleklerinin icrası sırasında işlendiği iddia olunan suçlara ilişkin şikayetlerde soruşturma ve kovuşturma aşamalarında esasen önemli farklılık vardır.

 Kamuda çalışan sağlık çalışanı hakkında yapılan ceza şikayetlerinde, savcılık tarafından ceza soruşturması yapılabilmesi için, öncelikle şüpheli hakkında bağlı bulunduğu mülki idare amirinden soruşturma izni alınması gereklidir. Mülki idare amiri soruşturma izni vermezse Savcılık kendiliğinden soruşturma yapamayacak ve dolayısıyla  ceza davası açılamayacaktır. Kamuda çalışan hekim hakkında gerekli olan soruşturma izni özelde çalışan  için söz konusu değildir, cumhuriyet savcısı şikayet üzerinde soruşturma aşamasını kendiliğinden başlatacaktır, bir izin gerekli olmamaktadır. Tasarıda bu konuda kamuda çalışan, özelde çalışan ayırımının kaldırılmasının hedeflendiği, soruşturmaya Mesleki Sorumluluk Kurulunun karar vermesi yönünde bir hazırlık yapıldığı görülmektedir, kamu özel ayrımının burada da kaldırılması önemli bir adımdır, ancak hemen bir kanıya varmak ve görüş belirtmek doğru olmayacaktır. Bunun için uygulaması ve esasları yönünden Mesleki Sorumluluk Kurulunun amacı, şekli, çalışma yöntemi hususlarının bilinmesi gereklidir.

Av.Berna Özpınar Gümrükçüoğlu     

Av. Pınar Aksoy Gülaslan

Av. Gözde Buse Yüksel

SAĞLIK HUKUK BÜROSU

 

 

COVİD-19 MESLEK HASTALIĞIDIR

COVİD-19 MESLEK HASTALIĞIDIR

Hasta olan, vefat eden tüm sağlık çalışanlarının aynı çerçevede değerlendirilmesi gereklidir.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 14. maddesine göre ;“Meslek hastalığı, sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleridir.

Kamu çalışanları bakımından ise,5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 47. madde belirlenmiştir.Kamu çalışanları için “malûllük; sigortalıların vazifelerini yaptıkları sırada veya vazifeleri dışında idarelerince görevlendirildikleri herhangi bir kamu idaresine ait başka işleri yaparken bu işlerden veya kurumlarının menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken ya da idarelerince sağlanan bir taşıtla işe gelişi ve işten dönüşü sırasında veya işyerinde meydana gelen kazadan doğmuş olursa, buna vazife malullüğü” denir.

Özetle; kişinin hastalık veya engellilik haline mesleki faaliyetin sebep olduğu anlaşıldığında, bu durum meslek hastalığı kabul edilmektedir. Kanun koyucu, kişinin mesleki faaliyeti sebebiyle hastalık ve engellilik durumuna bir takım haklar getirmiştir.Özetle ; meslek hastalığı sigortasından sağlanan haklar şunlardır:

  1.  Sigortalıya, geçici iş göremezlik süresince günlük geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi.
  2.  Sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanması.
  3.  İş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine, gelir bağlanması.
  4.  Gelir bağlanmış olan kız çocuklarına evlenme ödeneği verilmesi.
  5.  İş kazası ve meslek hastalığı sonucu ölen sigortalı için cenaze ödeneği verilmesi.

Nitekim, COVİD-19 hastalığının pandemi olarak ilanı sonrası, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde de sağlık çalışanlarının mesailerini artırmış ve bu hastalıkla yüzyüze getirmiştir. Pandeminin başından beri çok sayıda sağlık çalışanı COVİD-19 nedeniyle vefat etmiştir. Hiç şüphesiz; sağlık çalışanlarının yoğun mesleki faaliyet sebebiyle, virüsü çalışırken kapmış olma olasılıkları çalışma hayatı dışında kapmış olma olasılıklarına göre kat kat daha yüksektir. Buna karşılık,Sosyal Güvenlik Kurumu COVİD-19 sebebiyle hasta olan vefat eden sağlık çalışanları yönünden bu hastalığın mesleki faaliyet sebebiyle (İlliyet Bağı) olmadığı görüşünde olmuştur.

Ancak bu konuda önemli ve olumlu bir gelişme kaydedilmiştir. İzmir Tabip Odasınca açıklandığı üzere; 2020 nisan ayında yaşamını yitiren Dr. Muharrem İdiz’in yakınları adına Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuru yapılmış, başvuruda,  Dr. Muharrem İdiz’in ölümünün meslek hastalığı sonucu olduğunun kabul edilmesi ve yakınlarına ölüm geliri bağlanması talep edilmiştir.  Bu başvuru ilk incelemede, Covid-19’un mesleki bulaşıcı hastalıklar listesinde olmadığı gerekçesiyle  reddedilmiştir. Bu karara karşı  Sosyal Sigortalar Yüksek Sağlık Kurulu’na itiraz edilmesi üzerine; müteveffanın çalıştığı işyerinden, sağlık kuruluşlarından  istenilen kayıtlarla yeniden değerlendirilen başvuru sonucunda, ölümün meslek hastalığına bağlı olduğu değerlendirilmiş veDr. Muharrem İdiz’in hak sahiplerine meslek hastalığına bağlı ölüm geliri bağlanmıştır.

Bu örnek teşkil eden karar, tüm sağlık çalışanları yönünden önemlidir ve uygulanmalıdır. Sağlık çalışanlarının bu haklarını kullanmaları için bildirim yükümlülüğü yerine getirilmelidir.

COVİD-19 Yakalanan Sağlık Çalışanları Kuruma Bildirim Yapılmalıdır;

 -Özel sektörde hizmet akdiyle çalışanlar (işçi) bakımından, sigortalının meslek hastalığına tutulduğunu öğrenen veya bu durum kendisine bildirilen işveren tarafından; kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlar bakımından ise kendisi tarafından bu durumun öğrenildiği günden başlayarak üç işgünü içinde, iş kazası ve meslek hastalığı bildirgesi ile Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirimde bulunulması zorunludur.

 –Kamu görevlilerinin vazife malullüğünde kamu idareleri en geç onbeş iş günü içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna durumu bildirmekle yükümlüdür. Kuruma bildirim, aynı süre içerisinde sigortalılar veya hak sahiplerince de yapılabilir.

Av. Arb. Berna Özpınar Gümrükçüoğlu

Sağlık Hukuk Avukatlık ve Arabuluculuk Bürosu

 

ULUSLARARASI SAĞLIK TURİZMİ-RİSKLER

         Ülkemizin coğrafi konumu, son teknolojiye haiz sağlık tesisleri, başarılı sağlık personeli, hızlı  ve sonuç odaklı sağlık hizmet sunumu, tanıtım faaliyetleri, uluslararası sağlık turizmi alanında adının duyurulmasına sebep olmuştur. Son beş yıl içinde  sağlık turisti sayısındaki artış oldukça önemli düzeydedir.

         Sağlık hukukunda dağınık mevzuat,yabancılık unsuru, turistin sağlığı kapsamındaki hizmetlerin ilke ve esaslarının belirgin olmayışı, aracı kurum  ve sağlık tesisi arasındaki hizmet sunumu, sözleşme şartları  pek çok risk ve hukuki risk barındırmakta idi.   Bu kapsamda yapılan çalışmalar sonucunda Uluslararası Sağlık Turizmi ve Turistin Sağlığı Hakkında Yönetmelik 13.07.2017 tarihinde  yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik bakın neler getiriyor :

  • Yurtdışından sağlık hizmeti almak amacıyla ülkemize gelenler ile turist olarak ülkemizde bulunduğu sırada sağlık hizmeti ihtiyacı ortaya çıkan kişiler ve bu kişilere sağlık hizmeti sunan kamu, üniversite özel sağlık kurumu ve kuruluşları ile aracı kuruluşları yönetmelik kapsamında hizmet sunmak zorundadır.
  • Adli vaka kapsamında kolluk kuvvetlerince getirilerek acil sağlık hizmeti alan yabancılar bu yönetmelik kapsamında değildir.
  • Acil sağlık hizmetleri ve acil hasta nakilleri ücret karşılığında sunuluyor. Hasta Türk soylu ise acil sağlık hizmeti ücretsiz sunuluyor.
  • Trafik kazasında sağlık hizmeti bedeli, uyruğuna ve sosyal güvencesi olup olmadığında bakılmaksızın Sosyal Güvenlik Kurumunca karşılanıyor.
  • Bakanlıkça yetki belgesi alan Sağlık Kurumları ve Aracı Kurumlar uluslararası sağlık turizmi alanında faaliyette bulunuyor. Mevcut kurumlar bir yıl içinde standartlara uygunluk sağlayarak yetki belgesi almak zorundalar.
  • SATURK’ün görüşü alınarak Bakanlıkça sağlık turizmi fiyat tarifesi belirleniyor. Sağlık kurumları bu tarifeye göre fiyatlandırma yapmak zorunda.
  • Uluslararası sağlık turistinin yatışından taburcu edilinceye kadar sağlık tesisinde alacağı sağlık hizmetinin yanında ihtiyaç duyacağı diğer hizmetleri sunmak da uluslararası sağlık turizmi sağlık tesisinin sorumluluğundadır. Bu hizmetlerin sunumu için, uluslararası sağlık turizmi aracı kuruluşu ile sözleşme yapabileceği gibi diğer kurum ve kuruluşlarla da sözleşme yapabilir.
  • Uluslararası sağlık turizmi tesisinde, uluslararası sağlık turizmi birimi kurulmak zorunda . Bu birimde  bir sorumlu ve en az iki personel bulunmalıdır. İngilizce yabancı dil seviyesi sınavla belgelenmeli ve asgari sınırda olmalıdır.

        Yönetmelikte uluslararası sağlık turizmi hizmet sunumu şart ve esasları hakkında önemli düzenlemeler getirilmiştir. Ancak içinde pek çok hukuki riski barındırmaya devam etmektedir. Sağlık turisti ile aracı kurumlar, aracı kurumlar ile sağlık kurumları arasındaki sözleşmeler, sürecin yönetimi ve denetimi konusunda sağlık sektör bilgisine sahip uzman hukukçuları görüşü ve denetimi  önemlidir. Yönetmelik bunlara  çözüm getirmemiştir.

        Sektörde yönetici olarak bulunduğum yıllarda edindiğim tecrübeyle sağlık turizmi alanında  sektör temsilcilerinin hukuka ve etiğe uygun  hizmet sunumlarını sağlamaları şarttır. Sektörün birlikte  hareket etmesi önemlidir.Sağlık gibi  özellikli bir alanda konusunda uzman olmayan kişilerce hizmet sunumu yapılması engellenmelidir.

Saygılarımızla

Av.Pınar AKSOY GÜLASLAN

Sağlık Hukukunda ve Özel Sağlık Sektöründe Arabuluculuk

 

         Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden biri olan arabuluculuk, uluslararası litarütürde “mediation” olarak ifade edilmektedir.  Türk hukukunda, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu ‘nun (RG. 22.06.2012-28331) yürürlüğe girmesi ile uygulanabilir hale gelmiştir.  Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliğinde (RG. 26.01.2013-28540) uygulama usul ve esaslarına yer verilmiştir.

          Arabuluculuk, sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak tanımlanmıştır. (6325 sy. Kn.md.2) Arabuluculuk yargısal bir faaliyet değildir. Arabuluculuk faaliyeti sonunda varılan anlaşmanın kapsamı taraflarca belirlenir; anlaşma belgesi düzenlenmesi hâlinde bu belge taraflar ve arabulucu tarafından imzalanır.

         Arabuluculuk ile yargısal çözüm yöntemlerini karşılaştırdığımızda uyuşmazlığın arabuluculuk ile çözümünde pek çok fayda bulunmaktadır:

  • Yargısal çözüme göre daha kısa süre içinde uyuşmazlık çözümlenir.
  • Maliyeti daha azdır.
  • Arabuluculuk aşamaları gizli olarak gerçekleştirilir.
  • Yargısal çözümde karar verme yetkisi üçüncü bir kişinin elinde iken, anlaşmanın çözümü tarafların elindedir.
  • Arabuluculuk görüşmeleri tarafların belirleyebileceği usulde ilerlerken yargısal çözümde usul, kanunlarla belirlenmiştir.
  • Yargısal çözümde bir taraf kaybederken, arabuluculukta her iki tarafın ortak menfaatine uygun bir anlaşma sağlanır. Kazan-kazan prensibi geçerlidir.

         Taraflar arabuluculuk faaliyeti sonunda bir anlaşmaya varırlarsa, bu anlaşma belgesinin icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesini talep edebilirler. Dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulmuşsa, anlaşmanın icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesi, asıl uyuşmazlık hakkındaki görev ve yetki kurallarına göre belirlenecek olan mahkemeden talep edilebilir. Davanın görülmesi sırasında arabuluculuğa başvurulması durumunda ise anlaşmanın icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesi, davanın görüldüğü mahkemeden talep edilebilir. Bu şerhi içeren anlaşma, ilam niteliğinde belge sayılır.( 6325 sy. Kn md.18)

         Sağlık sektörü  çoklu faaliyetleri sebebiyle pek çok  hukuki ilişkiyi içinde barındırmaktadır. Medikal mal alımları, tıbbi hizmet satın alımları, işçi-işveren ilişkileri, hasta- hekim ilişkileri  bunlardan sadece birkaçıdır.Bu karmaşık ilişkiler ile faaliyet gösteren bir özel hastane pek çok hukuki sorun ile karşı karşıya gelmektedir. Özel sağlık sektörü temsilcileri ile yaptığımız görüşmelerde en fazla  hukuki sorun yaşanan alanlar aşağıdaki şekilde sıralanmıştır:

  • İş-İşveren ilişkisinden kaynaklanan hukuki uyuşmazlıklar,
  • Tıbbi kötü uygulama iddiası ile açılan tazminat davaları ,
  • Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, sağlık hizmet faturalarının örnekleme yöntemi ile incelemesi sonucunda doğan kesintiler, tıbbi hizmet satın alma sözleşmesine aykırılık nedeniyle uygulanan cezai şartlar ‘dan doğan ihtilaflar

         Bu hukuki ihtilafların çözümü için  genelde devlet yargısına başvurulmaktadır. İş mahkemeleri hariç, diğer alanlarda ihtisas mahkemeleri bulunmamaktadır.  Karar verme yetkisi,  sağlık hukukun özellikli alanları konusunda teknik bilgiye sahip olmayan üçüncü kişinin elindedir. Bu sebeple de neredeyse teknik rapor alınmadan hiç bir dava sonuçlanmamaktadır.   Netice de her davada bir kaybeden taraf bulunmaktadır. Oysa bu  hukuki ihtilaflar arabuluculuk yöntemi  daha kısa  sürede daha az maliyetle ve konusunun uzmanı olan taraflarca  ve arabulucu ile çözümlenebilir. Sosyal Güvenlik Kurumun taraf olduğu hukuki sorunların çözümünde arabuluculuk yöntemi mevzuat değişiklikleri ile desteklenmelidir.

          Sağlık sektörünün  işletme maliyetlerinin yüksek olduğu nazara alındığında bu ihtilafların kısa süre içinde daha az maliyetle,daha pratik ve daha hızlı çözümlenmesi sektör açısından çok faydalı olacaktır.

 

14 Mart Tıp Bayramı’nı Neden Kutluyoruz

Kutlamak sözcüğü, önemli bir olayın gerçekleşmesinin yıldönümü nedeniyle tören yapmak anlamında kullanılır. Ülkemizde her yıl 14 Mart, Tıp Bayramı olarak kutlanır. Acaba her yıl 14 Martta hangi önemli olayı kutluyoruz?  Dünyada değişik ülkelerde farklı tarihlerde tıp bayramı kutlanmaktadır.

Önceleri bir zanaat olan tıp, zaman içinde bilime dönüşmüştür. Ülkemizde tıbbın gelişiminde başlangıçta İslam kültür ve medeniyeti belirleyici olmuştur. Türklerin Anadolu’ya gelişi ile ilk Darüşşifalar (hastaneler) kurulmuştur. Şifahaneler hem hasta tedavi eden hem de tıp eğitimi veren, genç hekim adaylarının usta-çırak ilişkisi içinde eğitildiği, bunun yanında medrese eğitimi aldığı kurumlar olmuştur. Osmanlılar döneminde de bu gelenek devam etmiştir. 15 ve 16. Yüzyıllara gelindiğinde Osmanlı’da tıp çağına göre iyi bir düzeydedir. Bu arada Avrupa’da Rönesans tıp alanında da birçok buluş ve ilerlemeyi getirmiştir. Duraklama dönemi Osmanlı İmparatorluğunda yeniliklere de direnme dönemidir. Batıdakinin aksine matbaa, yayın ve eğitim dâhil her tür entelektüel faaliyette geri kalınan bu dönemde tıp alanında da bir gerileme gözlenir. 19. yüzyıla gelindiğinde ise şifahanelerin ve tıp medreselerinin o eski parlak dönemlerini kaybettiğini, hatta bazılarının kapandığı görülür.  Neticede eğitimin aksaması nedeniyle de yeterli sayıda hekim yetiştirilemez.

Bununla birlikte, çağdaş bir tıp eğitimi verilmesi çabası gösterenler de vardır. Örneğin gene tıp medreselerinden yetişmiş  Şanizade Mehmet Ataullah, Mustafa Behçet Efendi  gibi hekimler bir yanda tıp hizmeti vererek çevrelerine yararlı olmaya çalışıyorlar, aynı zamanda da “ tıbbı cedid “ denilen yeni tıbbın, tıp eğitimine artık girmesi gerektiğini savunuyorlardı. Nitekim III. Selim zamanında 21 yaşında ilk hekimbaşılığını yapan Mustafa Behçet Efendi, yeni tıp eğitimi veren bir Tıphane kurulması için ilk çalışmalar yapmıştır. Ancak Sultan II. Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasından sonra, Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla modernleştirilmeye çalışılan ordunun hekim ve cerrah ihtiyacını karşılamak amacıyla Mustafa Behçet Efendi üçüncü kez hekimbaşılığına getirilmiştir ve bu çalışmaların neticesi olarak Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağında Tıbhâne-i Âmire kurulmuştur.  Rıza Tahsin’in Mir’at-ı Mekteb-i Tıbbiye adlı eserine göre Tıbhâne, 14 Mart 1827 (15 Şaban 1242) tarihinde açılmıştır.

Tıp Bayramı ilk kez ülkemiz işgal altındayken 14 Mart 1919’da kutlanmıştır. Beyazıt’taki Üniversite (Darülfünun) binasının konferans salonunda yapılan bu kutlamada;  öğrenciler, dönemin ünlü hocaları ile birlikte İngiliz işgal ordusu başhekimi de hazır bulunmuştur. 1935 yılına gelindiğinde İstanbul Üniversitesi Tıp Talebe Birliği’nce 14 Mart’ın Tıp Bayramı olarak kutlanması kararlaştırmıştır.

Ülkemizde 14  Martta yapılan kutlama, modern anlamda tıp eğitiminin ve  tıp fakültelerinin başlangıcı sayılan  Tıbhâne-i Amire’nin yani, Tıp Mektebi’nin, 14 Mart 1827 tarihinde  açılmış olmasıdır.

Aydınlık,  güzel günlerde kutlanması özlem ve dileğiyle değerli hekimlerimizin 14 Mart Tıp Bayramını kutluyoruz.

Av. Berna Özpınar Gümrükçüoğlu

Sağlık Hukuk Avukatlık Bürosu